(…) Çünkü kendini-bilme, ancak kendiliğinden olan bir hareketin önüne çıkan dirençler karşısında, duyunun basit bir şekilde geri dönmesiyle doğar. Her kendini bilmenin temeli “acı”dır; kendini-bilmenin yükselen basamakları da temelini çoğalan “acı”da bulur. (s.13-14)
Hayvan konkret realite içinde yaşar. Realite demek, mekan ve zamanda yer alma, şimdi ve burada olma; varlığın duyu idrakleri yoluyla kavranan belli bir yanı, tesadüfe bağlı olan nasıllığı demektir. İnsan olmak demek bu çeşitten olan realiteye kuvvetle “hayır” diyebilmektir. Buddha, eşyaları seyretmenin çok güzel, fakat eşya olmanın korkunç bir şey olduğunu söylediği zaman, bunu anlamıştı. Platon, eşyanın “asıllarını” görmek için, ideleri seyretmek; ruhunkendisini duyu verilerinden çevirmesi ve kendi içine dönmesi gerektiğini söylerken de aynı şeyi görmüştü. (s.57)
O halde, biraz önce sözünü ettiğim kuvvetle söylenen “Hayır”ın manası nedir? Dünyayı realitesinden soymak, yahut dünyayı “ideleştirmek” nedir? Bu Husserl’in sandığı gibi, mevcudiyet hakkında yargı yürütmekten vazgeçmek değildir. Bunun manası, realite unsurunun kendisini, deneme maksadı ile ortadan kaldırmak, bölünmez ve çok kuvvetli olan realite duygusunun affektiv karşılığını, yani bu dünya karşısında duyulan “korku”yu yok etmek; Schiller’in derin manalı sözündeki gibi: “saf formların bulunduğu alanlara girmek”tir. Eğer mevcudiyet bir karşı koyma ise, aslında asketik bir akt olan realiteyi ortadan kaldırma akt’ı, hayat-tepki ve itkilerinin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olur. Çünkü dünya bize hayat tepkisine karşı bir “direnç” olarak görünür. Hayat tepkisi aynı zamanda, objelerin tesadüfi olan, şimdi ve burada bulunan nasıllıklarını bize veren duyu idrakinin de şartıdır. Fakat bu akt’ı ancak “geist” adını verdiğimiz varlık gerçekleştirebilir. Ancak geist, saf bir “isteme” olarak, bizi realitenin realitesine sokan vital-itki merkezini susturabilir.
İnsan hayattan vazgeçebilen bir varlıktır. O halde insan kendi vital-itki ve tepkilerini iterek, bastırarak, onların idrak ve tasavvurlarla beslenmesine engel olarak kendisini şiddetle sarsan hayattan prensip bakımından vazgeçebilen bir canlı varlıktır. Tiksindiği ve kaçtığı zaman bile realiteye “evet” diyen hayvanla karşılaştırıldığında, insan, “hayır diyebilen”, “hayattan vazgeçebilen”, çıplak realite karşısında ebedi bir protestant’dır. O, mevcudiyeti günlük kaygılardan başka bir şey olmayan hayvana göre, ebedi bir “Faust”tur; yeni olana karşı ihtiras besleyen bir hayvan (bestia cupidissima reum novarum); kendisini çevreleyen realite ile hiçbir zaman sükunet bulmayan; varlığın şimdi-burada-böyle sınırlarını, “çevresinin” hatta kendi realitesinin sınırlarını yıkıp aşmak için istek dolu bir varlıktır. (s.59-60)
Yorumlar
Yorum Gönder